jump to navigation

ERMENİSTAN’DA NİYE TEK BİR TANE BİLE TÜRK YOK? 19 Ocak 2009

Posted by Aybars in Ermeni, Türk Soykırımı.
2 comments

[Hüseyin Adıgüzel]

Ermeni soykırımı değil Türk soykırımı (1)

 Ermenistan’da niye tek bir tane bile Türk yok?

Ermenilerin tarihi Ermeniler, beşinci-altıncı yüzyıldan itibaren tarihi kaynaklarda yer almış, İran, Suriye ve Anadolu’nun doğu bölgesinde dağınık olarak yaşayan bir halktır (Atamoğlan Memmedli, Ermenilerin Gerçek Tarihi, s. 9, Bakü, 2005). Tarihleri tamamen efsanelere dayalıdır. Ermeni tarihçisi Karakaşyan; “Ermenilerin geçmişi hakkında tarih ya da salname sayılabilecek bilgiler yoktur” der (Karakaşyan, İstoriya Vostaçnogo Voprosa, Londra, 1905) Vatan olduğunu iddia ettikleri topraklar hiçbir dönemde onların hakimiyetleri altında olmamıştır. Ermeni tarihçisi Kapançyan’a göre; “Ermenilerin ilk vatanı Hayasa olmuştur. Hayasa, bugünkü Fırat, Çoruh ve Aras Nehirlerinin akış istikametindeki toprakları kapsamaktadır. Batıdan doğuya doğru uzunluğu 150-170 km.den çok değildi” (Kapançyan, G. Hayasa, Kolibel Ermeniya, s. 64, Erivan, 1948). Fakat Heredot, Evdoks gibi tarihçiler Ermenilerin bu topraklara dışarıdan geldiklerini yazarlar. İ. M. Dyakonov; “Tarihen açıktır ki, Ermeniler Küçük Asya topraklarına dışarıdan, başka bir yerden gelmişlerdi. İÖ yedinci, altıncı yüzyılda eski Ermeni halkı Fırat yaylasına yerleşmiştir” der (İ. M. Dyakonov, Ermenistan Tarihi, s. 209, Moskova, 1968) Kaynaklar ve belgeler Ermenilerin vatan saydıkları Fırat, Çoruh ve Aras Vadisi’ne, tıpkı Kimmerler gibi, İskitler gibi, Hurriler gibi, Saklar gibi sonradan gelip yerleştiğini yazmaktadır. Ermeniler tarih boyunca bir iki küçük krallıktan başka bir devlet kuramamışlardır ve genelde bu küçük krallıklar, zamanının güçlü devletlerine bağımlı olarak yaşamışlardır. Kimi zaman Bizans, kimi zaman Selçuklu, kimi zaman Emevi, kimi zaman Abbasiler bu alanların hakimi olmuşlar ve Ermeniler onlara bağımlı olarak yaşamışlardı (Atamoğlan Memmedli, Ermenilerin Gerçek Tarihi, s. 13, Bakü, 2005). “Ermeniler, en güzel ve hoş yıllarını Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşamışlardır. O kadar ki, isyanların başladığı dönemlerde bile, Osmanlı paşası, Osmanlı milletvekili, Osmanlı bakanı Ermeniler vardı” (Prof. Dr. Cemil Hesenli, Rus-Ermeni-Tü rkiye İlişkileri: 1915-1921, Bakü, 2002). Ermeniler için yapılmış en güzel ve gerçekçi tespitlerden biri budur. Çünkü Ermeniler Osmanlı toprakları içerisinde en fazla ilgi gören, kayırılan, korunan bir halk olmuşlar ve Osmanlılar Ermenilere o kadar güvenmişler ki, onlara “Tebay-ı Sadıka” (sadık teba) adını vermişlerdi. Bu durum, askerlik yapmayan Ermenilerin hızla artmasına, ticaret ve küçük sanayi diyebileceğimiz sanayinin ellerine geçmesine neden olmuş, ellerindeki para ile de çok geniş topraklar alarak zenginleşmişlerdir. Doğu Anadolu’nun birçok yerindeki büyük Ermeni çiftliklerinin çalışanların çoğu Türklerdi. Yani tabi bir milletin fertleri gerçekte efendi konumundaydılar. Ermenilerin katlettiği Türk köylüleri… Ermeni sorununun ortaya çıkışı Ermeni sorunu, bizim bazı araştırmacı ve tarihçilerimizin iddia ettiği gibi 1876/1877 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmış bir sorun değildir. Eğer Ermeni sorununu, sadece Anadolu Türklerinin bir sorunu olarak görürsek bu iddiaya hak verebiliriz. Fakat sorun sadece Anadolu Türkleri ile değil, dünya Türklüğü ile, hiç olmazsa Azerbaycan Türkleri ile yakından ilgili olduğu için, başlangıç tarihinin daha gerilere götürülmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bu, hem Anadolu Türklerini 1915 saplantısından kurtaracak hem de sorunun tüm Türkleri, bilhassa Anadolu Türkleri ile Azerbaycan Türklerini ilgilendirdiğ ini ve birlikte bu sorunun üstüne gidilmesi gerektiğini ortaya koyacaktır. Ermenilerin soykırım iddialarına başladıkları 1948 yılından beri, Anadolu Türkleri 1915 yılına saplanıp kalmışlar, 1915 yılında bir soykırım olmadığını, sadece tehcir (yer değiştirme) yapıldığını iddia etmekten, yani kendilerini savunmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Bunun yeterli olmadığı, yirmi beşten fazla ülke parlamentosunun soykırım iddialarını kabul etmesinden açıkça görülmektedir. Bu durumda bir politika değişikliği şart gibi görünmektedir. Savunmadan vazgeçip hücuma geçilmeli, esas soykırım yapanların Ermeniler olduğu kanıtlanmalıdır. Bunun için, sorunun başlangıcını biraz daha geriye götürmek, o tarihten bu yana Azerbaycan Türklerine ve Anadolu Türklerine yapılan zulüm ve işkenceler, toplu katliamlar, sürgünler ve soykırımlar ortaya çıkarılmalıdır. 1915 sorun değil, soykırım değil, iki halkın uzun yıllardan beri sürdürdükleri mücadelesinin dönüm noktası, hesaplaşma tarihidir. Bu tarihte Anadolu Türkleri Ermenilerle hesaplaşmışlar ve ilişkilerin boyutunu tam anlamıyla gerçekçi bir şekilde ortaya koymuşlardır. Bunun adına ne derseniz deyiniz, burada bir hesaplaşma söz konusudur. Bu olay, Ermeni katillerinin masum halkı, silahsız sivil halkı katletmesinin önüne geçilmesidir ve burada yaptıklarının hesaplarını vermeleri söz konusudur. Duruma böyle baktığınız zaman 1915’in öncesinde bir şeyler olduğu sonucuna varırsınız. Yani Osmanlı, ortalıkta hiçbir neden yokken Ermeni halkını tehcir etmemiştir. 1915’in öncesi vardır. 1915’ten önce Anadolu’nun içinde bir şeyler olmuştur. Azerbaycan’da bir şeyler olmuştur. Bütün bu olanlar 1915’in nedenleridir. Bir de olayın sonrası, yani 1915’in sonrası vardır ki, bu da tamamen Azerbaycan Türklerine yöneliktir ki, yapılan katliamlar, 21. yüzyılda insanlığın ulaştığı boyutu göstermesi açısından da ilginçtir! Bize göre Ermeni sorunu, İran ve Azerbaycan arasında imzalanan Türkmençay Anlaşması (1828) ile ortaya çıkmış bir sorundur. Çünkü o tarihte Ruslar, Türk topraklarında daha kolay yayılma ve yerleşme düşüncesi ile Ermenileri kışkırtmış, onlara vatan ve devlet vaat etmişlerdir. Bu düşünce ile bir iki yıl içerisinde Türkiye’den ve İran’dan getirilen iki yüz bine yakın Ermeni Azerbaycan topraklarına yerleştirilmiş tir. O tarihlerde İran’ın Rusya elçisi olan Griboyadev; “1829-1830 tarihleri arasında Erivan bölgesine İran’dan kırk bin, Türkiye’den seksen dört bin Ermeni getirilerek yerleştirildi” diyor (Gribodayev, Rusya Anıları, s. 73, Tahran, 1901- Tahran, 1972) Bunlar, bölgeye yerleştirilen Ermenilerin sadece bir kısmıdır. Erivan bölgesi dışarıdan getirilen Ermenilerle doldurulurken, Ruslar, yerli halk olan Azerbaycan Türklerini de sürgüne gönderiyorlar, onların topraklarını Ermenilere veriyorlardı. ” Erivan guberniyası (bölgesi) 15. yüzyılın başlarından 1828 yılına kadar Türk hanlar tarafından yönetilmiştir ve tamamen bir Türk toprağıdır. Halkın büyük çoğunluğunu Ermeni göçlerine kadar Türkler oluşturuyordu” (Hovhannes Şahhatuyan, Ecmiadzin Vilayetinin ve Ararat Baş Kazasının Tarihi, c. 2, s. 765/766, Erivan, 1921). 1926 yılında Ermenistan’da 500.000 olan Türk nüfusun bugün en az 1.500.000 olması gerekirdi. Halbuki Ermenistan’da hiç Türk yaşamamaktadır. Peki bu 1.500.000 Türk’e ne oldu? Türk soykırımı Birinci Dünya Savaşı devam ederken 1917 yılında Ermeniler Güney Kafkasya’daki Türk topraklarına saldırı başlattılar. Yüzlerce Azerbaycan köyünü yakıp yıktılar. Taşnak saldırganlarından bir birliğin komutanı olan A. Emiryan; “Sadece Erivan guberniyasında Taşnaklar tarafından iki yüz Azerbaycan köyü yakılıp yıkılmıştır” diye yazıyor (Favst Bhozand, no. 3 sıra 18). Bu bölgedeki katliamları kendi gözleri ile görmüş ve gören subaylarından bilgi almış olan Amiral Bristol, günlüğüne şunları yazmış: “Ben, General Dro ile birlikte çalışmış kendi subaylarımın verdiği bilgilere dayanarak… korumasız köyler önceden bombalanır, sonra zaptedilir, kaçamamış köy sakinleri vahşice öldürülür, köy yağmalanır, bütün mal ve para götürülür, sonra ise yakılırdı. Bütün bunlar Müslümansız (Türksüz) bir Ermenistan için sistemli olarak yapılırdı” (Nalbandyan, V. S. Ermenistan Literatürü, s. 23, Erivan, 1976). Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği günlerde, Kafkasya’daki tüm Türk topraklarını ele geçirmeye kararlı olan Ermeniler, savaştan kaçan Rus askerlerinin de desteği ile 31 Mart 1918 günü Bakü’ye girdiler. On iki bin Azerbaycan Türkünü iki gün içinde katlettiler. Azerbaycan Türklerine ait gazete binalarını, kültür kurumlarını yakıp yıktılar. Camileri ve kutsal mekanları top ateşine tuttular. Arşiv belgelerine göre sadece Bakü’de on iki bin; Haçmaz, Kuba, Hacıqabul ve Saylan’da sekiz bin kişiyi, silahsız ve savunmasız yirmi bin Azerbaycan Türkünü katlettiler. 28 Nisan 1920 tarihinde ise bu sefer Bolşevik olarak Bakü’ye giren Ermeniler, Pankaratov komutasında bir-iki gün içinde şehir halkının yarısından fazlasını, on altı bin Azerbaycan Türkünü acımasızca öldürdüler. O tarihlerde Kafkasya’da görevli olan İngiliz generali Bristol anılarında bu katliamlar hakkında şunları yazıyor: “11 Nisan 1920 tarih ve 00214/738 sayılı raporla Dışişleri Bakanlığına durumu bildirdim. Ermeniler; Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye’de Türkleri vahşice katlediyorlar. Bu tam anlamı ile bir soykırımdır. Bunun durdurulması ancak Majestelerinin Hükümetinin uyarısı ile olabilir.” Erivan Bölgesi İngiliz Komutanı Albay A. Rawlinson, “Advantures in the Near East 1918-1920 (Yakın Doğu Maceramız)” isimli kitabının 227. sayfasında; “Kısa zaman içinde Ermeni çetelerinin Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye topraklarında yaptıkları vahşi katliamlar hakkında insanı dehşete düşüren bilgiler aldım. Dehşete düştüm ve insanlığımdan utandım” diyor. 9 Haziran 1849 tarihinde ilan edilen Çar Nikolay fermanı ile oluşturulan Erivan özerk bölgesinin Ermeni nüfusunun arttırılması gerekiyordu. Bölgenin Ermenileştirilmeye başlanması ile birlikte, oraya yerleşecek Ermeni bulmak ve Anadolu Türkleri ile Azerbaycan Türklerini korkutarak yerlerinden kaçırmak için terör eylemleri yapılması gündeme geldi. 1887 yılında Avetis Nazarbekyan Hınçak (Zil) örgütünü, 1890 yılında ise bir grup Rusya Ermenisi Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) gizli terör örgütünü kurdular. Bu iki gizli terör örgütü, bilhassa Rusya’nın açık desteğini alarak, “Türksüz Büyük Ermenistan” ülküsünü hayata geçirebilmek için, “tarihi vatan” dedikleri topraklarda (Güney Kafkasya-Fırat-Ç oruh-Aras Vadisi ve Akdeniz Bölgesi) organize ettikleri terörist saldırılarla, binlerce masum Türk-Ermeni insanın ölmesine neden oldular. Tam bir cinnet içerisinde, canice saldırılarla kendi insanlarını da katlettiler. Bir Ermeni tarihçisi olan Arakel Babakhaniyan; “Hınçak ve Taşnak liderleri, yetiştirdikleri teröristlere, hem Ermenilerin hem Osmanlı ve Azerbaycan Türklerinin arasında, şehirlerde ve köylerde kendileri için tehlikeli olabileceğine inandıkları insanları öldürme emri vermişlerdi. Bu teröristler Türklerin kanlarını dökmekte hiç tereddüt etmediler. Onlar kendilerine yardım etmeyen varlıklı, varlıksız Ermenileri de öldürdüler. Yani bu katiller sürüsü, şeytani emellerine ortak olmak istemeyen ve onlara yardım etmeyi reddeden kendi insanlarını da acımasızca öldürdüler… Bu arada Hınçak komitesinin özel bir ölüm kolu da kuruldu ve Türkiye Ermenilerinin kaderi bir avuç Rusya Ermenisinin ellerine teslim edilmiş oldu. Bu olay Ermeni tarihinin dönüm noktasıdır. Çok uzun yıllar sürecek kanlı olaylar bundan sonra başlayacak ve Ermeni Kilisesi de bir araç gibi olaylardan yararlanacaktı r” diye yazıyor (Leon Arekel Babakhaniyan, Türk-Ermeni Devrim İdeolojisi, c. 2, s. 642, Paris, 1934-1945). Bu iki gizli örgütün militanları kiliselerde eğitiliyor, barındırılıyor ve kiliselerin yönlendirmesi ile cinayet işliyorlardı. Bunların mensuplarının Ermenileri kışkırtması sonucu bilhassa Doğu Anadolu’daki Türk köylerine saldırılar düzenleniyor, savunmasız, masum sivil halk katlediliyordu. Hınçak ve Taşnaksutyun terör örgütlerinin işledikleri cinayetlerin büyük çoğunluğu hayasız ve edepsiz, güya bilim adamı Ermeniler tarafından Türklerin üzerine atılıyor, Kilisenin ve Katalikosun emri ile güya tarih yazan, belge düzenleyen bu sahtekarlar Avrupa’yı ayaklandırmayı , Avrupa hükümetlerini etkilemeyi başarıyorlardı. Bu yapılanmada başrolü her zaman Ermeni Kilisesi oynuyor ve Kilisenin istediği her şey yapılıyordu. Terör örgütlerinin silahlı militanları daha çok kiliselerde barındırılıyor, yetiştiriliyor ve korunuyordu. Ermenistan nüfusu nasıl değişti? 1829 Türkmençay Anlaşması’ndan sonra Rusların kurulmasını vaat ettikleri Ermeni devletinin hiç toprağı yoktu. Üzerine konmaya çalıştıkları topraklar tarihi Türk toprakları idi ve o tarihlerde üzerinde yüz binlerce Azerbaycan Türkü yaşıyordu. 1849 tarihinde Çar fermanı ile kurulan Özerk Erivan Ermeni Bölgesi’nde elli yıl sonra, yani 1897 tarihinde kendilerinin yaptıkları bir çalışma ile nüfus tespiti yapıldı: “Toplam nüfus 829.550 ve bu nüfusun 313.178’i Azerbaycan Türküdür” (Hovhannes Şahhatuyan, Ecmizadin Vilayetinin ve Ararat Baş Kazasının Tarihi, c. 2, s. 765-766, Erivan, 1921). Erivan bölgesinde yüz on yıl önce 313.178 kişi olan Azerbaycan Türklerinin bugün bir milyondan fazla olması gerekir. Ama ne acıdır ki, bırakın o bölgeyi, Ermenistan’ın bütününde tek bir Azerbaycan Türkü yoktur. Peki orada 1897 yılında yaşayan bu insanlara ne oldu? Buhar olup uçtular mı? Yoksa sürgüne ve soykırıma mı uğradılar? Buhar olup uçmayacaklarına göre, bunların soykırıma uğradıkları ve yok edildikleri gayet açıktır. Ermeni tarihçi Korkodyan; “1920 tarihinde Sovyet Ermenistanı Devleti’nde Taşnakların soykırımından dolayı ancak on bin civarında Azerbaycan Türkü kalmıştı” diyor (Korkodyan, Ermenistan’ın Nüfusu: 1831-1931, Erivan, 1937). Yani yirmi üç yıl içerisinde, Erivan bölgesinde 313.178 olan Azerbaycan Türkü sayısı 10 bine iniyordu. Üç yüz bin kişi, kelimenin tam anlamı ile katlima, soykırıma ve etnik temizliğe tabi tutulmuştu. Yine aynı dönemin tarihçilerinden biri olan A. A. Lalayan, “İstoriçeskie Zapinski” isimli eserinde; “Bu dönemde, Ermeniler tarafından Azerbaycanlıları n katledilmesi, etnik temizliğe tabi tutulması önceden planlanmış Kilise-devlet politikasıydı. Bu politika sadece Azerbaycan toprakları ile sınırlı kalmamıştır. Bu yüzden Ermenistan’da Taşnak hükümetinin otuz aylık (Mayıs 1918-Kasım 1920) iktidarı döneminde, Ermenistan arazisinde yaşayan Azerbaycan Türklerinin yüzde altmışının katledilmesine kimsenin şaşırmaması gerekir” diye yazıyor. Nüfusunun yüzde yüzü Ermeni olan bir ülke… 1926 yılında yayınlanan Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ nin Ermenistan maddesinde Ermenistan’ın nüfusu 1.510.000 olarak verilmiştir. “Etnik durum” başlıklı başka bir maddede ise bu nüfusu meydana getiren milliyetler sıralanmıştır. “795.000 Ermeni, 575.000 Azerbaycan Türkü ve 140.000 diğer milliyetler. ..” Bugün Ermenistan’ın nüfusu resmi belgelere göre iki buçuk milyondur ve bunun içerisinde maalesef diğer etnisitelerden tek bir fert bile yoktur. Burada da yukarıda sorduğumuz soruyu yineleyelim. Doksan yıl içerisinde, 575.000 Azerbaycan Türküne ve 140.000 olan diğer etniklere ne oldu? Bu insanlar kayboldu mu? Yoksa soykırıma mı uğradılar? Kaybolmaları mümkün olmadığına göre soykırıma uğradılar ve zorla sürgüne gönderildiler. Yani etnik temizlik yapıldı. Bu yüzden bugün dünyada Ermenistan kadar homojen bir ülke yoktur. Nüfusunun yüzde yüzü Ermeni olan bir ülke… Kafkasya’nın o karmaşık etnik yapısı içerisinde bu iş nasıl başarıldı? Etnik temizlik ve Türk soykırımı yapılarak!… SSCB Politbürosu 23 Aralık 1947 tarih ve 00902 sayılı bir karar aldı. Bu karar gereği, Ermenistan denilen yapay ülkede yaşayan Azerbaycan Türkleri yerlerinden, yurtlarından zorla göç ettirildi. Gitmek istemeyen, direnmeye çalışan 476 Azerbaycan köyü yerle bir edildi, binlerce insan öldürüldü, binlerce insan zorla topraklarından sürüldü. O günlerin gazetelerine akseden birkaç haberi verelim: “Yollarda kalanlar, yolların kenarına yorgunluktan çöküp kalanlar bir daha yerlerinden hiç kalkamadılar. Büyük göç ölüm kervanı haline gelmişti. Yüz elli bin kişiden ancak kırkbir bini gidecekleri çöllere ulaşabildiler” (Rabonçski gazetesi, 23 Aralık 1952, Bakü). “1948 yılından 1952 yılına kadar yurtlarından zorla çıkarılan Azerbaycan Türklerinin yüz binden fazlası yollarda öldü ya da öldürüldü” (Komünist gazetesi, 21 Şubat 1953, Erivan). Bazı ansiklopedik bilgileri karşılaştırarak, Ermenilerin yaptığı Türk soykırımının belgelerine ulaşmak çok kolaydır. Mesela Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ nin 1960 yılı baskısında SSCB’de yapılan nüfus sayımının sonuçları yer alır. Buna göre o zaman Ermenistan’ın toplam nüfusu 1.501.600’dir. Bu toplam nüfusun 1.301.000’i Ermeni, 107.700’ü Azerbaycan Türkü, geriye kalanı diğer milliyetler olarak verilir. Yine aynı ansiklopedinin 1995 yılı baskısında Ermenistan’da 155.000 Azerbaycan Türkünün yaşadığı yazılıdır. Ermenilerin nüfusu ise 2.101.752 olarak gösterilir. Aradan geçen otuz beş yıl içerisinde Türk nüfus 48.000 kişi artarak 155.000 olurken, Ermeni nüfus 855.000 kişi artmış, 2.100.000’e ulaşmıştır. İki halkın nüfus oranlarını onda bir olarak ele alırsanız, Türk nüfusun en az 85.000 kişi artması gerekir ki, Türklerde nüfus artış oranı dünya ortalamasının üzerindedir. Burada tam tersi bir oran söz konusudur. Bu normal olmayan durumun nedeni ya Türklere soykırım yapılması ya da Ermenistan’ın dışarıdan gelen göçlerle doldurulmasıdı r. Her iki hal de soykırımı gözler önüne seren sonuçlar çıkarır. Çünkü Ermeni göçleri, zaten dar olan ülkede toprak sıkıntısı yaratıyordu. Gelen Ermenilere verilecek toprak yoktu. Bu yüzden Azerbaycan Türklerinin topraklarına saldırılar yapılıyordu ve bu da etnik temizliği ve soykırımı ortaya çıkarıyordu. 2001 yılında Ermenistan’da yayınlanan Ansiklopedia Hırist Armenia isimli Ermeni ansiklopedisinde Ermenistan nüfusu 2.969.555 olarak verilmiş. Aynı askiklopediye göre Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türklerinin sayısı 5.568’dir. 1995 yılında 155.000 olan Azerbaycan Türkleri, aradan geçen altı yıl içinde 150.000 azalarak 5.500’e düşmüştür. Savaş olmadı, deprem olmadı, sel olmadı, yangın çıkmadı. Ne oldu da altı yıl içinde 150.000 kişi yok oldu? 2001 yılında orada yaşayan 5.500 Azerbaycan Türkü de artık yok! Bunun adı Türk soykırımı değilse nedir? Ermeniler, Sovyetler Birliği’nin çatırdamaya, sallanmaya başladığı yıllarda, yine Ermenistan’da konuşlanmış Rus birliklerinden destek alarak Karabağ’a saldırı başlattılar. Bu saldırının amacı Ermenistan ile Karabağ arasında bulunan Azerbaycan topraklarını ele geçirmek ve Ermenistan ile Karabağ’ı birbirine bağlamaktı. 1992 yılının Şubat ayında Ermeni ordusu Hocalı baskınını ve katliamını gerçekleştirdi. Tüm dünyanın ” demokrasi ve insan hakları” çığlıkları attığı bir dönemde yapılan bu saldırıda çocuk ve kadınlar dahil 653 Azerbaycan Türkü vahşice katledildi. Hem de tüm dünyaya insanlık dersi vermeye kalkanların gözleri önünde. Hocalı katliamı 20. yüzyılın son çeyreğinde işlenmiş en büyük insanlık suçu olarak tarih mahkemesinin önünde durmaktadır. Miloseviç’leri yargılayıp ölüme mahkum edenlerin bu insanlık suçunu görmezden gelmeleri, onların insanlık için değil, sadece çıkarları için hareket ettiklerinin en canlı kanıtıdır. Bu hesap kesinlikle sorulacak ve Ter Petrosyan’ları n, Koçeryan’ların döktükleri Türk kanları, yaptırdıkları Türk soykırımı, tarihin şaşmaz adaletinin önüne konulacaktır.

ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEYENLER KİMLER? TANIYALIM 22 Aralık 2008

Posted by Aybars in Bilderberg, Ermeni, Hocalı, Hırant Dink, Kimlik, Kişiler, Orhan Pamuk, Satılanlar, Soros, Talat Paşa, Türk Soykırımı.
add a comment

ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEYENLER KİMLER? TANIYALIM

17 Aralık, 2008 

 

ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEYENLER KİMLER? TANIYALIM

Geçtiğimiz günlerde Ermenilerden özür dileme kampanyasını başlatan ekibin başını çeken Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlisi  Prof.Dr. Ahmet İnsel ile aynı üniversiteden  AB ile ilişkiler uzmanı Dr.Cengiz Aktar ve bağlı oldukları örgütleri tanımakta yarar vardır.

Dr.Cengiz AKTAR, AB ilişkilerimizde uzman olarak görev yapan, AB uğruna ülkenin sırtını mindere yapıştırma görevlerini başarı ile yerine getirmeye çalışan, batılılaşmamız için eserler yazan bir akademisyen..Geçmiş yıllarda Emperyalizm’in siyasi kanadı olan Birleşmiş Milletler çatısı altında ve Avrupa Birliği’nin göç ve iltica politikaları etrafında biçimlenen hükümetler arası danışma kurulunun ikinci başkanı olarak çalıştı. 1994-1999 yılları arasında ise Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Slovenya Temsilciliği’ni yönetti.

Prof Dr. Ahmet İNSEL ise HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ’nin kurucu üyelerindendir. Bütün çalışmalarını da bu dernek ve arkasındaki güçlerin talimatları doğrultusunda sürdürür. Türkiye’de başta Ermeniler olmak üzere tüm etnik unsurları derneğin amaçları doğrultusunda yönlendirmek, eğitmek ( kışkırtmak diye okuyabilirsiniz ) en önemli görevlerindendir. Hatta internet sitelerinde işi, Türkiye’deki Roman vatandaşları kışkırtmaya kadar götürmüşlerdir.

Bu siteye http://www.hyd.org.tr/  adresinden ulaşırsanız.İlişkide bulunulan örgütleri ve ülkenin hangi duyarlılıklarının kaşındığını görebilirsiniz.

 

HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ NEREDEN HANGİ PARALARLA BESLENİR?

1983 yılının sonlarında ABD kongresi onayı ile “Ulusal Demokrasi Fonu” (NED: National Endowment For Democracy) kuruldu. Bu tarihten itibaren CIA’nın ülkelerin karıştırılması operasyonlarında kullanılan birçok işlevi NED’e transfer edildi.

Avrupa’da yerleşik ve çoğu ABD tarafından beslenen “Sivil Toplum Örgütleri” de, NED’in Demokrasi yayma operasyonlarında yer almaktadırlar. Para kaynağı ABD hazinesidir. NED ise bu paranın kasasıdır.

Amaçları çok net ve açıktır. Doğu Avrupa’yı, Afrika’yı, Asya’yı, Ortadoğu ve Okyanus devletlerini birlikte yeniden kolonileştirmek, doğal kaynakları ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER aracılığı ile yağmalamaktır. Ahmet İnsel’in de içinde bulunduğu Helsinki Yurttaşlar Derneği de bu amaçlar için para alıp kendisine verilen görevleri yerine getirmektedir.

 

NED’DEN KAÇ YILINDA, HANGİ AMAÇLA,  NE KADAR PARA ALDILAR?

YIL: 1997

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği

PARA MİKTARI:30.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: Daha etkin sivil toplum için sivil girişimlere destek vermek ve birleştirici çabalar içine girmek. Eylemleri halka yaymak, yeni üyeler örgütlemek  ve diğer Sivil Toplum Örgütlerini eğitmek.

YIL:1997

PARAYI VEREN: Proje Karşılığı AB katkısı

PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 81.330 EURO

VERİLİŞ AMACI: Proje; Yasama kararlarının verimliliği.

YIL:1998

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN: Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 31.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: Cemiyet, örgütsel yapısını güçlendirecek, yeni üyeler kazanacak, çalışmaları halka yayacak ve diğer Sivil Toplum Örgütlerini örgütlenme konusunda eğitecektir.

YIL:1999

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 31.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: Cemiyet, örgütsel yapısını güçlendirecek, yeni üyeler kazanacak, çalışmaları halka yayacak ve diğer Sivil Toplum Örgütlerini örgütlenme konusunda eğitecektir. vs…

YIL: 2000

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN: Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 45.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: İstanbul, Mersin ve Van’da STÖ’ler ve eylemciler şebekesi oluşturulacak. Bu şebeke, ifade özgürlüğünü engelleyen yasal engellerin kaldırılması, özgürce toplanma ve örgütlenme haklarını savunacaktır. ( BU İLLERE VE BUGÜNKÜ HAREKETLİLİĞE DİKKAT!…)

YIL: 2001

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 35.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: Barışçı toplantı ve örgütlenme özgürlüğü hakları konusunda savunma, lobici ve kampanyacı sivil eylemcilerin çekirdek gurubunu eğitmek, bir basın toplantısı düzenleyerek 40 kadar basın mensubu, siyasetçi ve devlet görevlisini ağırlamak. Altı kentte 50 NGO’nun ihtiyaçlarını belirlemek.

YIL: 2002

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN : Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 35.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: 5 El kitabı yayınlayıp 20 kişiyi İstanbul’da Savunmanlık, lobicilik ve kampanyacılık konusunda eğitme çalışması yapmak.Bu 20 kişi 10 ayrı kentte 100 STÖ’nün elemanlarını eğitecektir. 40 siyasetçi, gazeteci ve devlet görevlisine kabul düzenlenecek. 1000 Adet haber bülteni basılıp postalanacaktır.

YIL: 2003

PARAYI VEREN: NED

PARAYI ALAN: Helsinki Yurttaşlar Derneği  

PARA MİKTARI: 35.000 DOLAR

VERİLİŞ AMACI: Anayasa Reformu için milletvekillerine lobi yapmak, Bölgesel eğitim atölyeleri çalışmaları sürdürülecek, STÖ eğitim malzemeleri dağıtılacaktır.

Not; Rakamsal verilerde Mustafa Yıldırım’ın Sivil Örümceğin Ağında eserinden yararlanılmıştır.

Görüldüğü gibi ihanetin göbeğine oturan bu örgüte Sivil Toplum Kuruluşları üstü bir görev de biçilmiştir. Yardımlar 2003 yılından sonra da devam etmektedir.

Şimdi soruyoruz; Bu zat-ı muhteremlerden Türkiye’nin haklarını savunmaya yönelik bir açıklama bekleyebilir misiniz?

Nereden emir aldıklarını ve neyi, nasıl görme ve değerlendirme konusunda şartlandıklarını çoktan görmeniz gerekir idi.

Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyeleri

Adalet Ağaoğlu
Ahmet Fadıl Kocagöz
Ahmet İnsel
Ali Bulaç
Ayşe Buğra
Ayşe Silivri
Bülent Tanık
Bülent Tanör
Ceyda Can
Emil Galip Sandalcı
Ercan Karakaş
Esra Koç
Fikret Toksöz
Halil Berktay
Haluk Şahin
İlhan Tekeli
İştar Bedriye Gözaydın
Mahmut Ortakaya
Mehmet Ali Aslan
Mehmet Ali Birand
Mete Tunçay
Murat Belge
Murat Çelikkan
Murat Gültekingil
Murat Karayalçın
Murtaza Çelikel
Orhan Pamuk
Osman Kavala
Selim Ölçer
Sinan Gökçen
Süleyman Çelebi
Şerafettin Elçi
Şirin Tekeli
Şule Kut
Taciser Ulaş
Tarık Ziya Ekinci
Turgut Tarhanlı
Ümit Fırat
Ümit Kıvanç

 

Ömer ÖZTÜRKMEN

NOT: BU YAZI ADD ISPARTA ŞÜBESİ TARAFINDAN GÖNDERİLMİŞTİR.

İKİNCİ SINIF KURBAN 4 Haziran 2008

Posted by Aybars in Türk Soykırımı.
add a comment

FRANKFURTER RUNDSCHAU:

 

BERLİN, 05/05 (BYE) — Tirajı günde 148 bin 161 olan sosyal demokrat eğilimli Frankfurter Rundschau gazetesinin 05 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Annika Joeres imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

 

Federal Alman Hagen Savcılığı olaya seyirci kalmak suretiyle Almanlar ile Türklerin arasındaki barışı tehdit ediyor. Vestfalya’nın Hagen şehrindeki bir polis merkezinde hayatını kaybeden 26 yaşındaki Adem Özdamar ile ilgili soruşturmaların ciddiyetten uzak ve tek yanlı olması sadece Özdamar’ın yakınları için üzüntü verici değil. Türk kamuoyu haklı olarak olayla ilgili bu zamana kadar cevabını alamadığı birtakım sorular yöneltti.

 

11 polis tarafından kuşatılan genç bir adamın ölmesi zaten pek güven duyulmayan Alman güvenlik birimlerine yönelik güven zedelenmesine neden oldu.   Bu nedenle bu mesele sadece trajik münferit bir olaydan ibaret değildir. Özdamar’ın esrarengiz ölümü, Almanya’daki Türklerin kendilerini ikinci sınıf vatandaş  olarak hissetmeleriyle eş anlamlı bir hale geldi. Sorulması gereken soru şudur: “Bir polis merkezinde 26 yaşında bir Türk değil de, bir Alman ölseydi, acaba Alman kamuoyu ve polis birimleri olayın üstüne daha sert bir şekilde gitmezler miydi?” Savcılığın güven tazelemesi ancak olayın tüm ayrıntılarının geniş çapta araştırılmasıyla mümkün olacaktır. (BEBM/HU/YB)

YANGININ DAĞLADIĞI YER KALIYOR 4 Haziran 2008

Posted by Aybars in Solingen, Uncategorized.
1 comment so far

SÜDDEUTSCHE ZEİTUNG: BERLİN, 29/05 (BYE)—Tirajı günde 429 bin 562 olan liberal sol eğilimli Süddeutsche Zeitung’un 29 Mayıs 2008 tarihli sayısında, Dirk Graalmann imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan, Solingen çıkışlı yazının geniş özet çevirisi şöyledir:

 

     —Beş Türkün Öldüğü Saldırının Üzerinden 15 Yıl

     Geçse De Solingen’in Bu Travmanın Üstesinden

     Gelmek Zorunda. Ve Mevlüde Genç Bunun

     Gerçekleşmesinde Yardımcı Olmayı Başarıyor—

 

Öğrencilerin her gün önünden geçtikleri, Solingen’deki kundaklamanın anısına dikilen anıt, günlük yaşamın bir parçası olmuş durumda. Üzerinde: “Unutmak istemiyoruz, görmezden gelmek istemiyoruz, susmak istemiyoruz” yazan anıt, 29 Mayıs 1993 tarihinde yaşamları acımazsız bir şekilde sona eren beş kişinin hatırasına dikildi: Hatice Genç, Hülya Genç, Saime Genç, Gülistan Öztürk, Gülsün İnce. Solingen’deki 16-24 yaş arasındaki dört Alman genci tarafından kundaklanan evlerinde öldüklerinde 4 ile 27 yaşları arasındaydılar. O dönemde uzun hapis cezalarına mahkum edilen faillerin hepsi artık serbest.

 

Bu arada hayat Solingen’de de devam ediyor. 160 bin kişinin yaşadığı şehrin adı, 90’lı yılların başında Almanya’daki yabancı düşmanlığı havasıyla eşanlamlı olarak anılıyordu. Öncesinde Hoyerswerda, Rostock, Hünxe ve Mölln vardı, ama Solingen hafızalara çzellikle kazındı. Dokuz yıldan beri kentin belediye başkanı olan 66 yaşındaki CDU’lu politikacı Franz Haug, “her seferinde acıyı hissediyoruz” diye konuşuyor.

 

“Made in Solingen” 15 yıldan beri çok gaddarca bir anlam taşıyor. O dönemde kentte “Bergische Front” (Bergen cephesi) adı altında organize olmuş bir gurüh vardı. Arada bir toplanıp içki içer, bağırıp, yabancılara küfrederler, nazi şarkıları söylerlerdi.

 

Politikacılar kurbanların nerede ve nasıl anılacağını daha tartışırken, anıtın Hatice Genç’in okuduğu okulun önüne yapılmasını sağlayan Solingen Gençlere Yardım Atölyesi’nin 58 yaşındaki başkanı Heinz Siering, hala kentin yaralarını sarmaya çalışıyor. O dönemde eline bir kova boya alarak, akşamları gamalı haç işaretlerini kapatmak için sokak sokak dolaştığını hatırlayan Siering, “havada birşeylerin olacağı hissediliyordu” diye konuşuyor.

 

Belediye Başkanı Haug’a göre, Almanların savaş sonrası tarihindeki en vahim aşırı sağcı saldırı gerçekleştiğinden buyana çok şey oldu. “O dönemle şimdi arasında dünyalar var” diyen Haug, artık Gençlik Belediye Meclisi, kültür festivalleri, Yabancılar Danışma Kurulu ve Uyum sorumlusunun değerli çalışmaları olduğunu söylüyor. 29 Mayıs’ta anma törenini organize eden Hoşgörü ve Medeni Cesaret Birliği’nden Walter Beu da, kentte çok şey yapıldığı görüşünde. Geçen yıllarda anma törenine her defasında 300 kişi katılmış. Beu’a göre, “15 yıl sonra hiç de fena bir rakam değil.

 

Bugün, eskiden sağcıların buluştuğu yerde çocuk arabalı anneler geziniyor. Buradan Genç Ailesinin yanan evinin yerini iyi gözüküyor. Şimdi evin bulunduğu alanda her kurban için bir tane olmak üzere, beş kestane ağacı büyüyor.

 

Mevlüde Genç,  ilk yaşamının sona erdiği, iki kızı, iki torunu ve bir yeğenini kaybettiği bu mekana sürekli geliyor.  65 yaşındaki ufak tefek kadın, dava görülürken “Kendini 90 yaşında hisettiğini, yaşayan bir ölü gibi olduğunu” söylemişti.

 

Pazartesi günü eşi Durmuş ile birlikte Solingen Konser Evi’nde Federal İçişleri Bakanının yanında ilk sırada oturuyordu. Sahnede ilk kez Genç Ödülleri verildi. “Saygı dolu birliktelik” için verilen ödüle, yaşadığı en büyük acıya rağmen barış içinde birarada yaşanması çağrısında bulunan Mevlüde Genç’in adı verildi. 1973 yılından beri Almanya’da yaşayan ve Alman gençlerinin herşeyini elinden aldıkları bu kadın, olaydan birkaç gün sonra, “yakınlarımın ölümü,  dostluğa giden kapıyı açsın, elele birarada yaşayalım” diye konuşmuştu.

 

Schaeuble, Solingen yangınının göçmenlere muamele konusunda bir dönüm noktası olduğunu söylüyor. Acı hissetmediği gün olmadığını söyleyen Mevlüde Genç, “Solingen benim vatanım, neredeyse ömrümün tamamını burada geçirdim. Neden gideyim ki?” diye konuşuyor. Şimdi bir ana cadde üzerinde, itfaiyenin yanında oturuyor. Evinin pencereleri bir yangında otomatikman açılacak şekilde yapılmış. Kendi dünyası içine kapanmış bir şekilde yaşıyor. Belediye Başkanı, ailenin yüzme havuzu olduğu ya da alışverişine para ödemediği gibi saçmalıkları insanların kafasından söküp atamadıklarını söylüyor.  Bunda, Federal hükümet tarafından ödüle layık görülen kültürler arası tasarıların da bir faydası olmuyor.

 

Solingen,- bir şekilde- bu olayla yaşamak zorunda. Tıpkı Mevlüde Genç’in kendi tarzınca yaptığı gibi. “Dört kişi hariç, buradaki insanların hepsini seviyorum” diyor. Bu dört kişiden ikisi, şimdiye dek suçu inkar eden ve bazen şehre gelen Felix K. ile Christian B. Eskiden nükleer karşıtı bir eylemci olarak Yeşiller partisinde angaje olmuş bir doktor olan Felix K.’nın babasının muayenehanesi hala burada. Mevlüde Genç, “Alah’a onlarla hiç bir zaman karşılaşmayayım diye dua ediyorum” diyor. Şimdi neredeyse 30 yaşlarında olsalar da, görünce tanıyacağı kesin.

 

15 yıl, uzun bir dönem. Heinz Siering, “Kentte belirgin bir bezginlik hissediyorum. İnsanlar bu duruma alıştı” diyor. O ise mücadeleye devam ediyor. Pazartesi günü anıtın önüne yine 40 çiçek dikmiş ve kimsenin koparmamasını umuyor. Yine de her ihtimale karşı atölyede 40 çiçeği daha hazır tutuyor.(BEBM/NP/YB)

ERMENiLER SOYKIRIM SUÇLUSUDUR 4 Haziran 2008

Posted by Aybars in Ermeni, Türk Soykırımı.
add a comment

   Ermeniler, Turkiye’nin degi$ik yerlerinde sistematik ve toplu cinayetler işlemişler, tam bir soykIrIm yapmIşlardIr. Evinden barkIndan alInIp goturulen ve oldurulen insanlar bunun ornekleridir. BunlarI dogrudan yaşayan, goren insanlarIn anlatImlarI, ermenilerin işledigi soykIrIm sucunu ortaya koymaktadIr. Bu olaylarI derlemek ve tarihin carpItIlmasIna engel olmak gerekir :

   “Erzurum’da ermeni ve rus işgalini yaşıyorduk. Soguk bir kış gecesi idi. KapImIz gurultu ile kIrIldI. iceriye elleri silahlI, komitacı giysili birkac ermeni girdi. Babamla beni yaka paca dışarı çıkardılar. Engel olmak isteyen annemi dipcikle yere yIktılar. Küçük kız kardeşim, bir köşede korkudan buyumuş gozleri ile bize bakıyordu. Ben 10-11 yaşlarInda bir cocuktum. Babam 60 yaşını çoktan aşmış, ak sakallı bir ihtiyardı. Diger evlerden topladıkları mahalleliyi sıraya sokmuş götürüyorlardı. Bizi de sıraya soktular. Biraz sonra genc bir rus askeri yanımIza sokuldu. “Baba sen yaşlısIn, çocugunu al git” dedi. Eve geldik, kapıyı kapatmaya calışıyorduk ki, kapı ardına kadar yeniden itilerek acıldı. Önceki ermeni askerlerinden biri gelmişti. Dipcikleyip kufur ederek bizi tekrar alıp goturdu, sıraya koydu. Biraz yurumuştuk ki, aynI genc rus askeri bizi gordu. Bizi sıradan cıkardI, eliyle gitmemizi işaret etti. Koşarak eve geldik. Duvarda, yataklarımızı koydugumuz tahta bir dolap vardI. Babam tahta dolabın içine girdi, uzerine yorganları orttuler. Annem, beni “tandır” In içine soktu. Tandır, Erzurum evlerinde bulunan, fırın benzeri bir yerdir. Tandırın üzerini örttu. Tandır henuz tam olarak sogumamıştı, ellerim ayaklarIm yandı ama hic ses çıkarmadım. Biraz sonra şiddetli gürültüler duydum. Evin kapısı tamamen kırılmıştı. Etrafı dagItıp kırıyorlardı. Bizi arıyorlardı. O sIrada dışarıdan bagırtılar geldi, çıkıp gittiler. Saatler sonra tandırdan çıktIm, anam yanıklarımı sardı. Ertesi sabah, gün agarırken dışarı çıktık. Her evden arta kalan yaşlı kadın, erkek, cocuk, soguktan titreyerek ve birbirimize sığınarak yuruduk. ilerideki mahalle camisi yarI yanmış vaziyette idi, bir kac yerinden hala dumanlar çıkmakta idi. Gece goturulen komşularımızı iceride yanmış ve kurşunlanmış olarak bulduk.”

   Erzurum’da, aynı tandırın başında bunları büyulenmiş gibi dinlerdik.

   Babam, kendi buyuk kardeşinin yani agabeyinin, aynı tarihlerde Trablusgarp, Balkan cephesinde savaştığını soylerdi. Yani anne ve babasI işgal altInda iken, O başka bir cephede savaşmaktaymış : “işgal sonrası cepheden, agabeyim geldi. Sol elinin parmakları ezilmişti. Beni kucagIna alırdI. Ezilen ve avucuna yapışan parmaklarını duzeltirdim, bırakır bırakmaz birer yay gibi tekrar kıvrılırdI. Bir savaşta iken yere duştugunu, üzerinden geçen duşman suvarilerinden birinin atının ayakları altında ezilen parmaklarının bu şekli aldığını anlattı. Sonra tekrar cepheye gitti. Rusya’da esir duştuğunu soylediler. Geri gelmedi.”

   Butun bu günleri yaşayan babam Mahir Akyuz, 1926 yIlInda “Mustantik” sıfatI ile Turkiye Cumhuriyeti’nin ilk hakimlerinden biri oldu. Yaptığı uzun ve yorucu araştırmalar sonucu “Vladivostok’taki Türk Şehitliginde” kardeşinin mezarını buldu : “Ahmet oglu ismail Akyuz” orada yatmakta idi.

   Bundan yaklaşık olarak 150 sene oncesine dayanan, ak sakallI Ahmet Akyuz (Dogum T.1858) ile eşi Raife Akyuz’un ve soykırımdan tesadufen kurtulan cocuklarI – babam Mahir Akyuz’un, o tarihdeki resimleri “tarihe tanıklık” edecektir.

   Bu Cumhuriyet ve bu Devlet o gunleri yaşayarak, bu gunlere geldi. Hangi birimizin ailesini araştırsak bu anlattıklarImdan farklı olmayacaktır. Onun icindir ki, bu Devlet; hic bolunmeden, hep buyuyup yukselerek sonsuza dek yaşayacaktIr.

 

Av.A.Erdem Akyuz

Hukukun Egemenligi Dernegi

Genel BaşkanI

erdemak@gmail.com

PEKİ TÜRKLER NEREDE? 22 Mayıs 2008

Posted by Aybars in Irak, Kürtçe-Kürtçülük, PKK, Satılanlar, Türk Soykırımı, Truva Atları, Unutma!.
add a comment

PEKİ TÜRKLER NEREDE?                             

            Bugün Kürtler Kerkük’e girdi. Yabancı ülkede yabancı radyodan bunun haberini dinliyorum. Başlarında bin kadar Amerikalı “özel kuvvet” askeri varmış. Bu radyo kanalı burada aydın kesimin dinlediği kültürel ağırlıklı yayın organı. Haftalardır, hattâ birkaç aydır, buranın tüm basın-yayınında olduğu gibi gene bir tek kez bile bir “Türkmen” lâfı geçmiyor.  Halbuki, biliyorsunuz, Musul, Kerkük, ve taa Bağdat’a kadar uzanan bölge en az bin yıldır tam bir Türk ülkesidir. Türkiye Türklerinin de büyük çoğunluğu Türkmen/Oğuz kökenli. Yâni ayrı bir kavimden bahsetmiyoruz: “Türkmen” demek Türk demek. Irak’ta sayıları, resmîsi iki milyon, Kerküklü Türklere göre üç milyon; Irak nüfusunun her hâlükârda  %15’inden fazla. Batı’nın niyeti bozuk. Onu yıllardır biliyor, gene yıllardır her fırsatta, Balkanlardakiler olsun, Irak’taki olsun, Türkiye’nin, oralardaki Türklerin durumunu, uğradıkları haksızlıklar ve mezalimi, sürekli,  uluslararası kuruluşların, dünya kamuoyunun gündemine getirmesi gerektiğini yazıyor, TV’lerde haykırıyorduk. Düşmanın yaptıklarına şaşılmaz. En başta tepki göstermemiz  gereken Türkiye’nin 1938’den beri süregelen tutumu:

            Yabancı radyoda haberci devam ediyor: “Kürtlerin Kerkük’e girmesi Türkiye’yi endişelendiriyor, taşyağı (neft, petrol) kaynaklarını ele geçirir, ayrı devlet olurlar; bu sefer Türkiye’deki Kürtler de bağımsızlık isterler diye”.  (Gene Kerkük’teki Türk/Türkmenlerin lâfı yok.)  Sonra Türkiye’nin bir üst düzey yetkilisine bağlanıyor. O da diyor ki: “Povel bize söz verdi, ‘Kürtleri Musul-Kerkük’e sokmayacağız’ diye.” [Her zaman olduğu gibi gene bizimkinin ağzından da bir tek “Türkmen” sözcüğüü çıkmıyor. Dahası, bizimkilerin dedikleri hep Batılı’nın dediğini teyit edip düşmanın ekmeğine yağ sürer mâhiyettedir. Onlar zâten özellikle 70’lerden beri Kürtler konusunda Türkiye’ye iftiralar atıp durmuyorlar mı? Sen de tutup “Kürtlerin bağımsızlığı bizi endişelendirir” deyip duruyorsun. Pes yahu! Aklınız mı eksik, Türklük bilinciniz mi? Öyle geveleyip duracağınıza, altmış yıldır “dışarıdaki Türkmenlerin, Türklerin hakları deyip duracaktın. Hâlâ dilin dönmüyorsa, demek ki…]  

Derken haberci yabancı yetkiliye bağlanıyor: “Povel öyle bir şey demiş olabilir; devletimizin verdiği hiçbir resmî teminat yoktur.”  [Günaydın. Resmîsi, yazılısı, vb. olsa ne yazar? “Hedef Türkiye” (Otopsi Yayınları, İst. 14. baskı 2003) kitabımıza bakın. Orada anlatmadık mı Kızılderililerden başlanarak anlaşmaların, hemen arkasından nasıl bozulduğunu, onun için de o mazlumların “Anglo çatal dille konuşur” dediğini?]

            Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi, haftalardır, aylardır, daha da uzun süredir, “dostumuz”un yayınladığı, ikide bir TV’lerinde gösterdiği haritalarda Türkiye’nin yarısından çoğu “Kürdistan” diye gösteriliyor. Oralarda Türkler olduğu hakkında hiçbir îmâ bile yok. Bu yaban ülkesi ahalisinin çoğu zâten kara câhil bırakılmış; TV’lerde duydukları ( ve günde 50 kere tekrarlanan) lâflara inanırlar; dünyadan haberleri yoktur. Anladık ta, peki Türk Devleti’nden niye hiçbir itiraz gelmez? Niye Atatürk’ün vefatından beri bir “Türk” lâfı edilmez. Kosova ile, Bosna ile ilgili durumda da aynı şey oldu. Kosova’da Batı, ve de Türkiye, sâdece Arnavutlardan, Sırplardan bahsetti; halbuki tarafların tümü oralardaki Türklere çullandı (oralardan gelebilenlerle hele bir konuşun). Gene Türkiye’den resmî bir gık yok; ne dışarıda, ne içeride.

            Yıllardır (1970’lerden beri), Avrupa’da, Amerika’da hangi yabancıyla tanışsam bana hemen Kürtleri sorar. Hattâ bana “Sen Kürt müsün?” diye soranlar bile olmuştur. Ben de, “Türkiye’de kim Kürt, kim Türk ayırt edemezsin. Bizde öyle ayrımlar zâten yoktur” derim. Yabancı ne bilsin, Türkiye ile ilgili, veya Türkiye’den, hiç bir Türk lâfı duymuyor ki. Türkiye, Avrupa şarkıcı yarışmalarına İngilizce şarkılarla katılır; Gezim (Turizm) Bakanlığı “tanıtım” diye Türkiye “Hiristiyanlık haritaları” dağıtır. Gelen yabancı, caddelerde Türkçe mağaza adları göremez. Okullarına gidip baksa Türkçe ile çocuklara ders veren hocalar (nerdeyse) göremez. Ne düşünecek? “Herhâlde buralarda Türk kalmamış” deyip sevinmektedir.

            Durumun altında yatan bir şey daha var: [Allah korusun ama…]   Dünya kamuoyu Irak’ta, Balkanlarda, Kıbrıs’ta, sonra Türkiye’de Türk varlığından habersiz ise, önce kültürel, sonra fizikî soykırımlar geldiği zaman, yapılanları örtbas etmeğe de gerek kalmayacaktır. Onun hazırlığı mı yapıldı? Yapılıyor?

            Ey Türk Milleti! Kimliğine, varlığına, muhteşem Türk diline, gençliğinin, Atatürk’ün deyimiyle “Millî Eğitim”ine, tarihine, dinine, Asya’dan insanlık için getirdiğin binlerce yıllık tasavvufuna, Yunus Emre’lerinin, Hacı Bektaş Veli’lerinin anısına, Selçuklu, Osmanlı, Atatürklü dedelerinin mirâsına sahip çık artık. Pısıp kaldın; sanayiinden, tarımından, halkının refahından, sonra gıdasından, nihâyet topraklarından, VATAN’ından mı vazgeçtin? Unutulduysa eşine, dostuna, temsilcilerine, her fırkadaki büyüklerine hatırlat: “Türk Devleti’nin birinci görevi, diliyle, târihiyle, sanatı ve âbideleri ile, dünyaya ışık tutmuş insanlık anlayışıyla Türk adını, varlığını korumak ve ilelebet yaşatmaktır”.

Yazan:  Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

Alinti  http://www.sinanoglu.net/modules.php?name=Sections&op=viewarticle&artid=41

Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Kemal Bey 11 Ekim 2007

Posted by Aybars in Atatürk, Ermeni, Hatırla!, Kimlik, Türk, Türk Soykırımı, Terör.
add a comment

TBMM 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla onu ilk “Milli Şehit” olarak kabul etti.

TBMM 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla onu ilk “Milli Şehit” olarak kabul etti.

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey I. Dünya Savaşı sonrasındaki Mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul‘unda, işgal güçlerin, Ermeni azınlığın ve bir kısım bürokrasinin işbirliği ile I. Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni tehcirleri esnasında yaşananlar için bir sorumlu arayışına girdikleri bir dönemde yargılanarak idam edilmiş bir mülki amirdir. T.B.M.M.‘nin 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla ilk ‘Milli Şehit’ ilan edilmiş, ve zaman içinde, zor şartlarda görev yapan yerel mülki amirin sembolü ve kahramanı haline gelmiştir.

Bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Yenişehir‘de doğmuş ve I. Dünya Savaşı yıllarında Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olmuştur.

Kemal Bey, Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu iddiasıyla, idamla yargılanmıştır. İşgal şartlarında cereyan eden mahkemede, çoğunluğunu Ermeni komitecilerin teşkil ettiği ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin ve RumErmeni Şubesinin temin ettiği birçok yalancı şahit çıkarılarak, akıl ve mantığın kabul etmediği bir sürü suç uydurulmuştur.

Mahkemede sanık sandalyesinde bulunan ve avukatlığını Saadettin Ferit Bey’in yaptığı Kemal Bey’in savunması ise tarihe geçmiştir:

Düne kadar hakimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerinin sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kah önüne geçerek, kah arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazı Ermeni – Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dahilindedir. Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.

Getirilen şahitlere ise şu şekilde cevap vermiştir:

Hepsi yalandır, uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek; rica ederim. Bu vahşeti kim yapar? Bu derece şem’i bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü, hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiçbir şikayetçi gelmemiştir. İlk defa burada Mahkeme huzurunda bu şikayetlerle karşılaşıyorum.

Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmiştir. Mahkeme sonradan bu hakimin adı ile özdeşleşecek ve “Nemrut Mustafa Divanı” veya “Kürt Mustafa Divanı” şeklinde hafızalarda kalacaktır.

Nemrut Mustafa önceden verilmiş bir emri yerine getiren bir memur tavrıyla mahkemeyi sonuçlandırarak 8 Nisan 1919’da Kemal Bey’i idama mahkum eder. Önceden hazırlanmış olan bu idam kararı tasdik edilmek üzere saraya gönderilir. Padişah VI. Mehmet Vahdettin, “Damat Ferit Paşa Millet ile Padişah arasına siyah bir perde çekti” diyerek, bu kararı imzalamaz. “İş intikam ve bilahare mukatale şeklini alabilir. Yolun şimdiden önünü kesmek üzere fetva-yı şerife talebine mecbur oldum” der. Seyhülislam Mustafa Sabri “Divan-Harb-ı Örfi tarafından idama mahkum edilen Kemal’ın mahkemesi hak ve adle muvafık bir surette icra edilmiş olduğu takdirde, hakkında sadır olan hükm-i idamın derun-i varakada muharrer fetva ve mükul-i şer’iyeye muvafık olduğu veraste-i arzdır” şeklinde bir fetva verir.

Cezası infaz edilmek üzere İstanbul’a getirilmiş olan Mehmet Bey, Bekirağa Bölüğü’nden alınarak cezasının infaz edileceği yer olan Beyazıt Meydanı’na getirilir. Kemal Bey’in asılacağını duyan İstanbullular Beyazıt Meydanı’ndan toplanırlar. Kemal Bey’e idam sehpasının önünde son sözünü ne olduğunda, o halka şöyle der:

Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet! Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…

Kemal Bey’in idam hadisesi, İngilizlerin hiç beklemediği şekilde büyük tepki ile karşılanır. Kemal Bey’in cenazesi vasiyeti üzerine, Kadıköy Kuşdili Çayırı’ndaki oğlunun mezarı yanına gömülmesi için, ailesine teslim edilir. Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni yapılır. Tabut, Karaköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayrağı yarıya indirerek selam durur. Alışılmışın dışında, tabut eller üzerinde defnedileceği yere kadar götürülerek, 10 Nisan 1919 Perşembe günü akşam üzeri toprağa verilir.

Kemal Bey’in üzerinde çıkan vasiyeti tarihe bir belge olarak kalacaktır.

Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdilli Çayır’ndaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha. Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşaallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır. (30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam – Sabıkı Kemal)

Türk milleti onu unutmamıştır. Mustafa Kemal, şehit kaymakamın çocuklarını evlat edinmek istemişse de gümrük memuru emeklisi Arif Bey torunlarından ayrılmak istememiştir. BMM 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla Kaymakam Kemal Bey’i “Milli Şehit” olarak kabul etmiş, Beşiktaş’ta dört daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev ve kayd-ı hayat şartıyla tüm çocuklara maaş olarak bağlanmıştır. Çoçuklarından Müşerref Hanım bugün 93 yaşında ve İzmir’de yaşamakta. 

Doğru Bilgi 9 Ekim 2007

Posted by Aybars in Hatırla!, Kültür, Kürtçe-Kürtçülük, Türk Soykırımı, Yahudi, İslam.
add a comment

Degerli Arkadaslar,

Asagida ekli dokuman, günümüz Türkiyes’inin elzem bir meselesine dair, (Kadim Turkce’nin onemli kavramlarina dair cozumlemeler)  yeni veriler icermektedir.
Dikkatle incelemeniz ve mumkun oldugu kadar
yaymanız temenni ediyorum.
Selam ve saygılarımla..
Husrev Ozel

Orijinal eklentiyi indir

 

Selam, 
 
‘İnsan’ adlı varlık grubunun yerde yaşamaya başladığı tarihten, içinde bulunduğumuz şu vakite kadar ve artık ‘siyonizm’ adını almış olan düşmanın, insanlığa karşı geliştirdiği ve çok fazla başarıya imza atmış olan silahı; ‘yanlış bilgilendirme’dir. Aynı bayrak altında yaşayan insan toplumlarının bile bu denli kutuplaşmış olmalarının yegâne sebebi; farklı bilgileri doğru olarak kabul etmiş olmalarıdır. Siyonizmin yerden kazınması için kullanılacak yegâne silah da; ‘doğru bilgi’dir. İnsan toplumlarının, üzerinde yaşamakta olduğumuz yerde son viraja girmiş olduğu bu vakitlerde, yaklaşık olarak 4565 senedir süren mücadelede zafere erişmesi için yapmak zorunda olduğu iş; şu ana kadar doğru olarak kabul ettiği bilgilerin ön yargılarından kendisini kurtarmak, sorgulayarak düşünmeye başlayıp, insanlığın eriştirildiği ilim seviyesinin rehberliğinde aklını işletmeye başlamasıdır. Bu sayfalarda tarafınıza tebliğ edilmiş olan bilgilerin kanıtlarıyla birlikte çok daha fazlasına, ‘GÖK TEÑRİ’ adlı eserde erişebilirsiniz. Tarafımızla irtibat kurararak veya www.umutinsan.org.tr adresinden bu esere ulaşabilirsiniz. ‘TÜRK’ ve ‘KÜRT’ adlarının anlamını, TÜRK ve KÜRT toplumu, TÜRK ve KÜRT milliyetçiliği ifadelerinin neleri ve hangi varlıkları tanımlamadığını doğru öğrenmeden, ne yaklaşık beş bin senedir yer üzerinde olup biteni ne de semavi eserleri tamamiyle doğru anlamak mümkün değildir.  Aşağıda kullanılan doğru Türkçe (Erken Türkçe) tamğaların anlamları, Kazım Mirşan’ın yaklaşık elli senedir süren araştırmaları sonucunda eriştiği bilgileri paylaştığı çalışmalarından alınmıştır. (www.geocities.com/kazimmirsan) Orqun yazıtlarında TÜRÜK olarak kullanılmış olan ‘TÜRK’ adının aslı TÜR-ÖK’dür. Doğru (erken) Türkçe tamğalarla tam yazılışı; İT ÜR ÖK IT : Belirme   İT : BelirenUR : Hakimiyet kurma     ÜR : Hakimiyet kuranÖK : Tenri’yi/Allah’ı tanımlayan sıfat; En üstteki yönetici (Arapça Rab’bim Allah, Türkçe ÖKÜM TEÑRİ) İT ÜR ÖK = TÜRK ; belirerek hakimiyet kuran ÖK, demektir.  Artık öğrenilmesi gereken durum şudur. TÜRK adı, Var Eden’in Türkçe adlarındandır. Herhangi insan toplumunu tanımlamak için kullanılabilecek ad değildir. Var Eden’i tanımlayan,  sadece ve sadece Var Eden için telaffuz edilebilecek Türkçe adlardandır. 
 
 
Nasıl Kur’an ayetlerinde Var Eden’in Arapça adları öğretilmiş ise, aynı sayıda Var Eden’in Türkçe adları da mevcuttur. AD tamğasının anlamı ‘eylem’dir. Farklı ‘AD’lar farklı eylemleri ifade eder. Sadece Var Eden’e ait olan adlar; diğer varlıklar tarafından yapılamayacak ve sadece Var Eden tarafından yapılabilecek eylemleri tanımladığı için bu adlar sadece Var Eden için kullanılabilir. TÜRK adında geçen ÜR; ‘hakimiyet kurma’ eylemi, sadece Var Eden tarafından yapılabilecek eylem/iş olduğu için, yani hakimiyet kuran sadece Var Eden olduğu için, TÜRK adı Var Eden’e aittir. Sadece Var Eden’e ait diğer bazı Türkçe adlar; BEN   Tam yazılışı; ËBEÑ     ËB ; yüceler yücesi,   AÑ ; akılı işletme sistemi/düşünme özelliği,  EÑ; akılı işletme özelliğinin sahibi olanËBEÑ=BEN ; akılı işletme özelliğinin sahibi olan yüceler yücesi SENTam yazılışı; USEÑUS ; vücutUSEÑ = SEN ; akılı işletme özelliğinin sahibi olan vücut BİRTam yazılışı;  ËBİÜRI ; kâinat       İ; kâinatın içinde olma ËBİÜR=BİR ; kâinatın içinde hakimiyet kuran yüceler yücesi TEÑRİTam yazılışı;  ATEÑÜRİAT ; var etme – varlık    (ATA; var edilen)ATEÑÜRİ =  TEÑRİ ; Sahibi olduğu akılı işletme özelliğiyle kâinatın içinde hakimiyet kuran varlık MATTam yazılışı ; ËMAT      (Etrüskçe’de ‘Ben’ demektir. Lazca’da ‘Med  > ma’ halini almıştır. “Erken Türklerin Anadolu Yazıtları, Kazım Mirşan – 2005”)  ËM ; birinci şahıs zamiri ËMAT = MAT ; Var Eden     (ATËM/ADEM ; var edilen) İÇÜ APA İÇ ; iç/sahiplik/dahiliAP ; görünme    APA; görünenİÇÜ APA ;  içinde görünen  AL-APAAL ; tümü/bütün/herşey    (ingilizcedeki ALL bu tamğadan türetilmiştir)AL-APA ; herşeyde görünen (Arapçası Zahir; herşeyde tecelli eden) KİTAPTam yazılışı ; ÖKİTAPÖKİTAP = KİTAP ; ÖK/Teñri/Allah belirerek görünendir 
 
 
 
MÜRİDTam Yazılışı ;  ËMÜRËDAD ; eylem,   ËD ; bitmiş, yapılmış eylem (İngilizcedeki d0-did kullanımı bu tamğa ve mantıktan türetilmiştir)ËMÜRËD = MÜRİD ; yapılmış eylemler üzerinde hakimiyet kuran CENAB-I MAT  Tam yazılış ; ÖCEÑAB-I  ËMATÖC ; kendiÖCEÑAB-I  ËMAT =  CENAB-I MAT ;  Var Eden; su ve akılı işletme özelliğinden(Ruh’dan) oluşan kâinatın kendisidir. (Akılı işletme/düşünme özelliği Ruh’a aittir. Kâinat, MAT’ın(Var Eden’in) fiziksel varlığının ve Ruh’unun  toplamıdır. Herşey Var Eden’in fiziksel varlığının küçük miktarından var edilmiştir. İçimizdeki ruhlar da Var Eden’in Ruh’unun az miktarlarıdır.)  Bizlere anlamları yanlış olarak öğretilmiş olan ‘Ben’, ‘Sen’ ve ‘O’ ifadelerinin doğru Türkçe karşılıkları şunlardır; ÖCUM ; kendimÖCUN ; kendinÖCU ; kendisi U ; Teñri/Allah/ÖK dışındaki varlıklar için ‘o’ demektir.Ü ; sadece Teñri/Allah için kullanılabilen ‘O’ demektir. ÖCÜ ; sadece Allah/Teñri için kullanılabilir, ‘Kendisi’ demektir. Mustafa Kamâl Atatürk’ün ölümü tatmadan önce söylediği son laflardan olan ‘… dil.. aman dil’ lafının anlamı bu durumdur. Bukün Türkçe diline ait olduğunu sanarak telaffuz ettiğimiz ad ve isimlerin tahmin edebileceğinizden fazlasının doğru Türkçe ad ve isimlerle alâkası yoktur. Ad ve isimlerin anlamlarının yanlış öğretilerek insanların farklı şeyleri doğru kabul etmelerinin başarılmış olması; insan toplumlarının kutuplaşmalarının ve çatışmalarının da kaynağıdır. İşte siyonizmin en büyük başarısıda bu durumdur; insanların, telefuz ettiklerinde Allah’a ortak koşan ve hakaret eden  duruma düşürülmesidir. Siyonizmin bu konuda en başarılı olduğu dil; bukünkü Türkiye Türkçesi ve İngilizce’dir. İşte kahreden örnekler; PENİS   (İngilizce okunuşu ; pinıs)Tam yazılışı ; APEÑİSİS ; RuhAPEÑİS = PENİS ; akılı işletmenin sahibi olan görünen Ruh PENİS ADININ BİZLERE NE OLARAK ÖĞRETİLDİĞİNİ BİLİYORSUNUZ … İK tamğasının anlamı ; dual’dir. Bunun anlamı şudur. MAT (Var Eden)  istediği zaman kâinatın içinde, varlık alanında; Allah/Teñri katındadır. İstediği zaman gaybda; bilinmeyen alemdedir. Bu eylemi tanımlayan ad; İK’dir. Ve bu eylemi yapabilecek olan sadece Var Eden olduğu için ‘İK’ tamğası/adı sadece Var Eden için kullanılabilir. 
 
 
 
SİKTam yazılışı OSİK veya İSİK’ dir.  OS ; gökOSİK ; gökteki dual,  İSİK ; dual Ruh (hem gaybda hem de kâinatın içinde olan Ruh, demektir). İkiside Var Eden’i tanımlamaktadır. SİK ADININ BİZLERE NE OLARAK ÖĞRETİLDİĞİNİ BİLİYORSUNUZ … BOKTam yazılışı ; ABOQAB ; suOQ ; kuantum mekaniği, var edilişin fizik ilimidir. (Kainat içerisinde herşey sudan var edilmiştir. Bukün kullandığımız Türkçe alfabesinde Q harfi olmadığı için OK olarak telaffuz ediyoruz). ABOQ = BOK ; su ile oluşturulan/meydana getirilen kuantum mekaniği; var ediliş. 
 
BOK ADININ BİZLERE NE OLARAK ÖĞRETİLDİĞİNİ BİLİYORSUNUZ … Sizler halâ siyonizmle mücadeleye başlamayacak mısınız?… Hayır mı? Ağızlarınızdan çıkan hangi laf doğrudur?  ‘GÖK TEÑRİ’ adlı eserde Yahudi toplumunun Beniisrael halkı tarafından nasıl kandırılıp kullanıldığı, nasıl tuzağa düşürülerek siyonizme hizmet ettirildiği kanıtlarıyla anlatılmıştır. Yapılacak mücadele siyonist avına çıkmak değil, doğru bilgi ile milletimizi uyandırmak, insan adlı varlık grubunun içine düşürüldüğü durumdan kurtulması için çalışmaktır. Allah/Teñri/ÖK, 19 Mayıs 1919’dan sonra, insanlığın hidayete ermesi/doğru bilgiye erişmesinin başlangıç yeri olarak yine Anadolu’yu; yüce Türk milletini seçmiştir. Kuran ayetlerinde insanlığa eriştirilen bilgileri dikkat ederek okursanız, var edilen varlık gruplarının farklı ifadelerle tanımlandığını görebilirsiniz. Kuran ayetlerinde  ‘Toplum’ ve ‘Halk’ şeklinde iki farklı varlık grubu ayırımı yapılmıştır. Doğru Türkçe olarak IL/ÏL ; toplum, UL/ÜL; halk demektir. İnsanlar; ‘Allah/Teñri Toplumları’, insan adlı varlık grubundan olmayanlar; ‘Allah/Teñri Halkları’ olarak adlandırılmıştır.  İnsanlar üç farklı maddeden var edilerek çoğaltılmışlardır; kuru çamur (Hz. Adem soyu), toprak ve su. (Bu konuda çok geniş bilgiye GÖK TEÑRİ adlı eserde ulaşabilirsiniz). 
 
Allah/Teñri/Türk Toplumları (İnsanlar)                                      Allah/Teñri/Türk Halkları    (ÖKIL’lar/KIL’lar ; ÖK  Toplumları)                                     (ÖKUL’lar/KUL’lar ; ÖK Halkları)                                                              *     TÜRK/Allah kuru çamur toplumu                                                         Melekler   **   TÜRK/Allah toprak toplumu                                                                   Cinler  *** TÜRK/Allah su toplumu                                                                         İsraeloğulları                                                                                                                                Beniisrael 
 
 
 
 
*     Allah/TÜRK tarafından ilk vücudu kuru çamurdan var edilen insan toplumu**   Allah/TÜRK tarafından ilk vücudu topraktan var edilen  insan toplumu                                 *** Allah/TÜRK tarafından ilk vücudu sudan var edilen insan toplumu Orta ve batı Asya’da 15 farklı devlet kurmuş ve Anadolu TÜRK milletinin de ecdadı olan toplum TÜRK/Allah su toplumudur  ;  TÜR-ÖK BÏL  Tam yazılışı ; İTÜR-ÖK ABÏL ; belirerek hakimiyet kuran ÖK Su Toplumu Asya tarihini incelediğinizde de bulamayacağınız gibi, OĞUZ Türkleri adında yaşamış insan toplumu yoktur. Kanıtları GÖK TEÑRİ adlı eserde verilmiştir. İsraeloğulları,  Anadolu Türk milletine OĞUZ Türkleri diye yutturulmuştur, tıpkı Yahudilik anneden geçer masalı gibi. Ecdadımız lafta Kayı boylarından göçmüş uydurma Oğuz beyleri değil,  KÏL TÏGİN, BÏLGE QAĞAN, ÖÑRE BIÑA BAŞI gibi, TÜRK Su Toplumu’ndan olan yüce insanlardır. Bukün Türkiye’de yaşayanların Türk Su Toplumu’ndan olmayanları; Araplar, baba tarafından Yahudi olanlar ve Beniisrael halkından olanlardır. Ermeniler, Rumlar (ki Rum adında toplum yoktur. ROME’dan türetilmiştir, Roma’lı demektir; Etrüsk su toplumudur) ve Kürt toplumu da dahil olmak üzere hepsi TÜRK/TEÑRİ/ALLAH Su Toplumu’ndandır.  Constantinapolis ve Rum(Rome) Pontus imparatorluklarını kuranlar ve bukün ‘gâvur’ olarak adlandırılanlar da TÜRK Su Toplumu’ndandır. Aynı şekilde Avrupa milletlerinin ve Avrupa’dan Amerikaya göç etmiş olan ve bukün Amerikan toplumudaki beyazların çoğu olmak üzere. Bukün yer üzerinde yayılmış durumda “… çeşitli dil, yöre ve ağızlarla 488 farklı şekilde yazılan Türk adı kullanılmaktadır” (SİYON-TÜRK ZELDA, Cengiz Özakıncı, 2006 filika Yayınları).  Doğru (Erken) Türkçe’de BİLGİ olarak kullanılmış ad yoktur. Doğrusu BÏLİG’dir. Tam Yazılışı : ABÏLİGİG : kültürABÏLİG  : Su Toplumu kültürü Kültür ; yaşam ilkeleri, sanat, giyim kuşam, örf ve adetler, el aletleri vb. şeyler yer üzerine Su Toplumu tarafından yayılmıştır, öğretilmiştir.   Fark etmelisiniz ki, Kuran ayetleri yere indirilmemiş olsa idi, bukün çoğumuz Hrıstiyanlığı kabul etmiştik ve camiler yerine kiliselere gidiyor olacaktık. Türkiye’de özellikle son dört senedir yapılan kazılarda hep Hıristiyanlığa ait kalıntılarının çıkmasının sebebi budur. Türk Su Toplumu’nun Asya’dan Anadolu’ya gelişi 4500 sene kadar öncedir. Hakkari’nin Gevaruk vadisinden, İstanbul’un Erenköy’üne, Akdeniz ve Ege kıyılarına kadar her yere yayılmış olanlar ecdadımız olan Türk Su Toplumu’dur. Kuran’ın vahiy edilmediği dönemlerde Hıristiyan olarak yaşamışlardır. Belirli kısmıda islamiyete geçmemiştir. Rum Pontus imparatorluğunu kuranlar ve Bizanslılar Avrupadan gelmiş insanlar değildir. Aksine, Roma imparatorluğunu ve diğer Avrupa devletlerini kuranlar Anadolu üzerinden ve Karadeniz’in kuzeyinden oralara  kadar yayılmış olan TÜRK Su Toplumu’dur. Soy olarak aynı soydur. Araplar ve baba tarafından Yahudi olanlar TÜRK Toprak Toplumu’ndandır. Şimdi gelelim ‘KÜRT’ adının nereden türetildiğine. 
 
 
 
TÜRK ; İT ÜR ÖK adını oluşturan tamğaları soldan sağa sırasıyla yazarsanız, ÖK ÜR İT,  yani KÜRT olur. Var Eden’in Türkçe adlarından olan TÜRK adının soldan sağa yazılışı ve okunuşudur. TÜRK ve KÜRT adları Var Eden dışında varlıklar için kullanılamaz. İnsanlar TÜRK veya KÜRT olamaz. Çünkü bizler ‘hakimiyet kuran’ değiliz. TÜRK adı Orqun yazıtlarında TÜRÜK olarak geçmektedir. Tam Yazılışı; İT ÜR Ü ÖK. ‘Ü’ tamğasının sadece Var Eden/Teñri/Türk için kullanılabileceğini ve anlamının ‘O’ olduğunu hatırlarsak; TÜRK = İTÜRÖK ; belirerek hakimiyet kuran ÖK’dür.TÜRÜK = İT ÜR Ü ÖK ; O belirerek hakimiyet kuran ÖK’dür. TÜRÜK adını soldan sağa sırayla yazarsanız; ÖK Ü ÜR İT = KÜRT olur. Tersten okursanız yine KÜRÜT olur. Zaman içerisinde KÜRÜT-KÜRT-KÜRD olarak farklı şekillerde telaffuz edilmiştir. Fark ediniz ki, Türk’çe; Teñri’ce/Allah’ca demektir. Arşda (ARÖŞ; ‘uzakta tecelli eden’ yer demektir) kullanılan dildir. Kâinatsal dil Türkçe’dir. Elbet bukün bizlere Türkçe diye telaffuz ettirilen adlar ve isimler değil. Sonuç olarak TÜRK = KÜRT = ALLAH = TEÑRİ= ÖK’dür ve Var Eden dışında varlıklar için kullanılabilecek adlar değillerdir. Aynı şekilde, Türkler veya Kürtler şeklindeki ifadeler de yanlıştır. ‘ler’ çoğul takısıdır ve Türk’ler= Kürt’ler=Teñri’ler=Allah’lar demektir ve de yanlıştır. Siz adınızın tersten okunarak size seslenilmesini ister misiniz? Elbet hayır. Doğal olarak doğru telaffuzu şekli KÜRT değil, TÜRK’dür. TÜRK ALLAH’dır. ALLAH  KÜRT’dür/TÜRK’dür; belirerek hakimiyet kuran ÖK’dür. TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ = KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ = TEÑRİ MİLLİYETÇİLİĞİ’dir. Bu durumun fiziksel anlamı; hıristiyan veya islam olsun, semavi eserlerde Allah/Teñri/Türk/ÖK tarafından öğretilen ilkelere uygun olarak yaşama gayreti içerisinde olmaktır. Tıpkı ‘İstikbâl Göklerdedir’ lafı, Mustafa Kamâl Atatürk isimi gibi 19 harften oluşan ‘Ne mutlu Türküm diyene’ lafının ne anlama geldiğini öğrenmeye sıra geldi. Aşağıdakilerin hepsi aynı anlamdadır; Ne mutlu İTÜRÖKÜM diyene. Ne mutlu TÜRÜKÜM diyene. Ne mutlu TÜRKÜM diyene. Ne mutlu ÖKÜM diyene. Ne mutlu KÜM diyene. 
 
 
 
Peki ÖKÜM diyene ne mutlu da, ne diyenin vay haline? Bu sorunun cevabını verebilmek için şu bilgileri de aktarmam gerekiyor. Arşdaki yüce konseyde yöneticilerin toplam sayısı 1+6 = 7’dir. (siyonistlerin 7 mumlu şamda ile gönderme yaptığı durumdur. 7 mumuda yakarak 7 ilah var demek isterler.) Yüce konseyin hokumdarı olan Allah’dır, Türkçe ünvanı ÖK’dür; Arapça Rab’dır. Diğer Rablerin Türkçe ünvanı ÖG’dür ve bu varlıklar ilah veya Teñri değildirler. Bu Rablerin/Yöneticilerin isimleri Kuran’da verilmiştir. ‘Ne mutlu ÖKÜM diyene’ lafı yerine ‘Ne mutlu ÖGÜM diyene’ lafını söyleyenin vay haline durumu oluşmaktadır. ÖGÜM şeklinde sesleniş, Allah’a ortak koşulan Rableri/Yöneticileri anmak ve Allah’a/Türk’e ortak koşmaktır. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ lafının anlamı; Allah’ı/Teñri’yi/Türk’ü anmak ve ‘Ne mutlu Allah’a/Teñri’ye/Türk’e ortak koşmayana’ demektir. Anlamış olduğunuz üzere,  Ne mutlu Türküm diyene = Ne mutlu Kürtüm diyene’dir. Allah’a ortak koşmamaktır. Herhangi adı tersten okuma yanlış olacağı için de doğru telaffuzu ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dir. Biliniz ki, bukünkü  Türkiye Türk’çesine kıyasla kendisini siyonizmin tuzağından korumuş en doğru dil, Kürt’çe olarak ifade edilen dildir. Bozulmamış Kürt’çe konuşanlar doğru Türk’çe adları telaffuz etmekte, Allah’a hakaret içeren ve ortak koşan adları ve isimleri telaffuz etmekten kendilerini korumuş durumdadırlar. Son savaş ve buzul çağı için yapacağımız hazırlıklar ne olursa olsun, doğru Türkçe adları içeren ADLIK (sözlük değil, Adlık) hazırlamaz ve doğru adlar ile hazırlanmış ders kitaplarını eğitim sistemimize yerleştirmez isek, işimizi yarım yapmış oluruz.  Başlangıçta da ifade ettiğim gibi, siyonizmin pan zehiri ve de barışın kaynağı ‘doğru bilgi’dir. İnsanlar doğru bilgi etrafında toplandığında, insan adlı varlık grubunun düşmanı olan siyonizmin yapmış olduğu tüm kötülüklerin önü kesilecek, tüm insanların hayatından kazınıp atılacaktır. 
 
Selam  ÏSËLAM ÏS ; ruhËL ; iletmeAM ; sevgi                       ÏSËLAM/SELAM ; ruh iletir sevgi; sevgimi iletirim 
 
 
 
Mehmet Cüneyd Çapanık    Mümkün olan her kurum ve kuruluşa iletmeniz, insanlığa hizmet ve yardım etmektir. 

ERMENİLER VE SOYKIRIM İDDİALARI 6 Mart 2007

Posted by Aybars in Ermeni, Soykırım, Türk Soykırımı.
1 comment so far

ERMENİLER VE SOYKIRIM İDDİALARI

Ermeniler’e göre 1915 İle1918 Yillari arasında Osmanlı devleti tarafından kendilerine “soykırım yapıldığı” yönündeki iddaları Dünya da ve Türkiye de hala tartışılmaya devam ediyor. Her iki taraf’ta dünya kamuoyuna elinde kendilerini haklı çıkaracak yığınla belge olduğunu söyluyor.

 Kimin doğru söylediğini anlamak ise bir hayli zor görünüyor.Neden anlaşılması kolay değil?.. Çünkü hangi tarafı dınlerseniz doğruyu sadece kendilerinin söylediğine ileri sürdükleri bir takım verilerle ikna ediyorlar.

Hal böyle olunca iki taraf haklı olarak algılanıyor ve taraftar buluyor bazı çevrelerce…Peki yanlış yapan taraf kim?. Ermenilerin soykırım’a uğradığını kabul edenlere göre Ermeniler’in hiç yanlışı yok.Bu çevrelere göre tek hatalı ‘Osmanlı devleti… Dolayısıyla onun uzantısı olan Türkiye Cumhurriyeti’de bu iddiaları kabul etmeli ve hak vermeli…’

Bu çevreler yaşanan olaylardan dolayi ‘1,5 milyon Ermeni nin Osmanlı tarafından öldürüldüğünü Türkiye’nin kamuoyu önünde teyit etmesını’ istiyor. Sadece bununlada kalmıyorlar dahada ileri giderek bu olaylar neticesinde meydana gelen maddi ve manevi tazminatın ödenılmesınin yanısıra Misak-i Milli sınırların bir kısmının kendilerine verilmesini talep ediyorlar…

Tabi bu istekler Ermenistan Devletinin resmi talepleri olrak lanse edilmiyor. Bunu yapanlar; “Ermeni Diyasporası” denen dünyanın çeşitli Ülkelerinde yaşayan Ermeni dernekleri ,siyasi ve ekonomik kuruluşlardır. Bu oluşum yaşadıkları Ülkelerde hem farklılıklarını ortaya koymak hemde bu iş üzerinden rant elde etmek için çok akıllıca ve mazlum görünerek meseleyi ha bire irdeliyorlar.

Nasılsa çeşitli ülkelerın Meclislerınden de lehlerıne “soykırım” kararı çıkartarak bu kararları sermaye olarak kullaniyorlar!… Neden çözüm istesinler ki!. Çözümü istemek bunlar için bir son olacağı gibi çözümsüzlük üretmek bu eksende varlıklarının yegane amacını oluşturuyor.

İşin acı tarafı büyük ölçüde de etkin olmuşlar ve bizden daha fazla Dünya ülkelerini ve kamuoyunu inandırmişlar. Bunlar;Ülkemizin dünya politik arenasında güçlü olmasını istemediklerinden hakli olduğumuz bazi olaylarda bile aleyhimize karar verilmesinde de etkin rol oynayabiliyorlar. Bu duruma  o kadar alıştık ki artık bana hiçte anormal görünmüyor bazı manevraları. Dünya devletleri ise çoğu zaman meselenin doğru veya yanlış olduğuna bakmadan kendi menfaatlerine “uygun mu, değil mi” mantığiyla bazı kararlarını veriyorlar ve vermeye devam edecekler…

Onaları bırakıp bir tarafa birazda biz kendi cephemize bakalım

Dış devletler bizim iç meselelerimizi değerlendirirken bile vatandaşlarımız haklı olup olmadıklarına göre değil’de güya devletin “Âli Menfaatlarını” koruyup, yersiz mesnetsiz defalarca siyasi kararlar vermediler mi?

Başka devletler de bazan bizim gibi davranarak işin doğruluğuna bakmadan çıkarları doğrultusunda siyasi kararlar alıyorlar. Ama bunlar kendi vatandaşlarına karşi bizim gibi pek te kırıcı bir tutumla davranmıyorlar!.

Gelelım şimdi davanın sanığı konumunda gösterilmeye çalışılan Osmanlı İmparatorluğu ve bu gün varisi konumunda olan Türkiye’nin uluslararası arena da kendi haklılığını nasıl savunmaya çalıştığı noktaya ki bu çok önemli. İleri sürülen belgelerın tarafsız tarihi gerçeklere uygunluğu kadar bu belgelerı sunmaya çalışan tarihçiler de elbette çok önemli.Tek taraflı devleti savunma adına sunulacak bilgi ve belgeler kârdan çok zarar verebileceğini bizimkilerin kavramaları lazım.Yanli yapılacak olan bütün çalışmalar Ermeni Diyasporasının savunduğu yanlışların önüne geçmeye yetmez. Onların eline koz verir, onları güçlendirir. Hatta Uluslararası güvenirliliğimizi yitirir , doğru olduğumuz yönleri bile anlatacak kurumlar veya devletler bulamayabiliriz.

Bu doğrultuda Türk Tarih Kurumu’nun başkanı Halaçoğlu ve kendisiyle çalışan tarihçilerın araştırmaları sonucunda ortaya koydukları belgeler var. Bu belgelere göre Ermenilerin iddia ettikleri gibi onlara karşi kesinlikle soykırım yapılmamiştir.Tam tersine eli silahlı Taşnak ve Hışnak örgütleri Ruslar’ın desteğiyle Anadoluda’ki bir kısım Ermeni vatandaşlarla iş birliği yaparak doğu illerimiz başta olmak üzre sivas’ta Maraş’ta ve daha birçok çeşitli bölgelerimizde katliamlar yapmiştırlar.

Osmanli’nın Birinci Cihan Harbi’nde dört cephede savaşmasını fırsat görenler ayaklanarak iç savaş provaları uygulamişlardır…Yaşanan olaylardan dolayi Devlet yönetimi farkli illerden toplam 490 Bin Ermeni asıllı vatandaşı’nı mecburi olarak TEHCİRİNE karar vermek zorunda hisetmiş kendisini. Bu kararı vermesındeki neden ise tebası olan Ermenileri galyana gelebilecek halktan korumak için yaptığını söylemişlerdir.

Daha güvenli gördüğü bölgeler olan yanlız arapların yaşadığı “Derzor” yani Surye’ye bir kısmı da kendi isteğiyle Kafkasya’ya yol güvenliğini sağlayarak mal ve mulklerını kayıt altına almak süretiyle TEHCİRİ gerçekleştırmiştir diyorlar. Türk Tarih Kurumu Başkanı Halaçoğlu’nun belgelere dayandırarak söylediğine göre: “Van’da 3 bin, Diyarbakır ve Urfa’da 5 bin olmak üzere diğer illerle birlikte toplam 10 bin kişi saldırı sonucun da hayatını kaybetmiştir”. Ve bölgede yaşayan 50 bin kişi de o dönemlerde yaygın olan çeşitli hastaliktan dolayi hayatını yitirmiştir. O tarihlerde Osmanli toprağı olan Derzor’a zorunlu göç’e yollanan 400 bin Ermeni’den 250 bin civarı daha bulaşıcı hastalıklardan dolayi hayatlarını kaybetmişlerdir.Savaş halinde olan Osmanlı Devleti elinden geleni yapmiş ve munferit olaylar hariç kesinlikle Devlet tarafından hiç bir Ermeni vatandaşına karşi saldırı düzenlememiştir” diyor.

Türk Tarıh Kurumunu temsilen konuşanlar bunun aksini ortaya koyacak belgelerın ise düzmece olacağını kabul ediyorlar.

Bu gerçeklerden yola çıkarak “Ermeni diyasporasının” söylediklerini bir tarafa bırakıp kendi tarihçilerimiz arasında fikir birliği varmı ona bakalım.Türk Tarih Kurumunu temsilen konuşanlar ile Farklı tarihçilerimizin arasında belgeler üzerinde yapılan yorumlarda çok farklı bir manzara var. Mesela Milliyet ve Radikal gazetesi yazarı olan tarihçi Murat bardakçi köşesinde yayinladığı ve Talat Paşa’ya dayandırdığı belge ye göre 915 Bin kişinin zorunlu göçe tabi olduğundan bahsediyor. Ayni zamanda isyan eden Ermenilere karşi Devletin kendisini korumak için askeri güç kullandığını dolaysiyla karşılıklı kayıplar verildiğini, bunun gerekli ve doğru olduğunu ifade ediyor.

Bardakçı’nın Bu değerlendirmeleri TTK Başkanımız Sayın Halaçoğlu’nun görüşleriyle zıtlık teşkil ediyor.Kendi tarihçilerimiz ve Aydınlarımız arasında yapılan bu tartışmalardan ve açıkladıkları belgelerle ilgili yorumlardan anlaşılan o ki bir gurup tarihçimiz Devlete zeval gelmesın diye resmi mantıkla davranarak bir kısım   ‘tarihçi koalisyonu kuranlar’  var karşımızda.

Diğer yanda daha geniş olayları değerlendırdığını söyleyen ve yaşanan tarihi gerçeği  olaması gereken bir tarihçi gibi ele alarak tarafsız olarak iredlediklerini ileri süren bu guruba göre ise her iki tarafında eksikleri, ihmalleri ve hataları var…Bunlara görede gerçekler yine farklı yani

Gelelim tekrar Ermenilerin cephesine…

Ermeni Diyasporası bazi Avrupa Ülkelerinin meclisinde soykırım kararı çıkarmakla kalmadı.1980 Yılından 1990 Yılına kadar Asala örgütü eliyle çeşitli Ülkeler de görev yapan 37 Diplomatımızın öldurulmesini de onlar yaptırdılar. ABD de senatosunda beklettiği soykırım kararını defalarca kullanarak bazi meselelerde taviz koparmıştir ve ne zaman Türkiye den bir şey almak istese hep bu olayı öne sürerek  istediğini almayı başarmıştır bu durum aşılmadığı taktirde aynı şekilde devam edecektir hep.

Bizdeki Osmanlı arşivlerine göre 1915 Yılında da 1290 Bin Ermeni yaşamaktaydi. Ortadoks Kilisesine göre ise daha fazla yani 1915 Bin kişi idi ve bu insanlar 1071 de Türkler Anadolu ya ayak bastığında da Bizans İmparatorluğu çatısı altında bu topraklarda yaşamlarını devam ettiriyorlardı. Bizans Tekfurları tarafından uğradıkları zülümlerden dolayi Osmanlıya sığınıp  ve 900 yıl sorunsuz denecek kadar birlikte yaşadılar .Fakat bir gerçek varki biz kendi tarihimizin üstünü örterek uzun yıllar sanki korkmuş izlemini hem içe hem de dışa karşi vermiş gibiyiz. Elbette ki kendi geçmişimizde yaşanan bazi hatalar vardır-ki bugünde oluyor zaten buna benzer hatalar.Bütün Dünya ülkeleri gibi ve karşılaştırma yapılırsa onların Tarihi bizden kat kat daha kirli olduğunu herkes görecek ve herkes biliyor zaten.

Yaklaşık 80 yıldır ulus olarak bizim bulaşıcı bir hastalığımız var…Oda:” Devletimiz ve Milletimiz hata yapmaz”mantığıdır… “Yanlış yapılıyor!” diyenlere O şuncudur , buncudur diyerek hatayı katmerleyerek sürdürmüş oluyoruz.

İstesek te istemesek te kapalı devre zamanı geçti artık “Soykırım” denen bir şey yapılmış -yapılmamiş ama gerçekleride korkmadan ortaya koyma zamanı ve sürecini başlatmaliyiz artık…

Bizim kimseden korkumuz yok ve oratada korkacakta bir şeyde zaten  yok!

Sağlık ve selametle kalın…

nasirkaya@akistanbul.com

kaynak: www.AKistanbul.com 

APO’nun Asala İtirafı 6 Mart 2007

Posted by Aybars in AB, ABD, Ermeni, Kürtçe-Kürtçülük, Türk Soykırımı.
add a comment
Bölücübaşı’nın hiç açıklanmayan ilk ifadeleri, PKK-Ermeni terör örgütü işbirliğini ortaya koydu: Harita anlaşmazlığı, ‘soykırımı Kürtler yaptı’ suçlaması ilişkiyi bitirdi. Aydın Candabakoğlu yazıyor…


TERÖRİSTBAŞI Abdullah Öcalan, Kenya’daki Yunanistan Elçiliği’nden paketlenip Türkiye’ye getirilmesinin ardından, güvenlik güçlerine verdiği ilk ifadesinde, PKK’nın faaliyetleriyle ilgili çok ayrıntılı bilgiler aktarıyor. 16-21 Şubat 1999 tarihleri arasında tam altı gün süren ifadesinde Öcalan, kanlı örgütün lideri değil, sanki bir “itirafçı” gibi şakıyor.

Şu günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından yeniden yargılanması gündeme getirilen İmralı sakini, Türkiye’yi parçalamayı ve milleti bölmeyi hedefleyen terörist faaliyetleri çerçevesinde, o dönemde aynı amaçla kanlı eylemler yapan yasa dışı Ermeni ASALA örgütü ile de temas kurduklarını anlatıyor.

Türkiye’yi zayıflatmak, gücünü kırmak isteyen şer güçlerin ancak ve ancak piyonu olarak tarif edebileceğimiz ASALA ve PKK, Bekaa’da yuvalanmış 1980’li yıllarda. Türkiye düşmanı her iki örgütün, yıllarca Türkiye’nin desteğini gören Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) himayesinde olduğunu söylemek, acı veriyor olsa da bir gerçek. Türkiye, Filistin Davası’nın yanında yer alırken, FKÖ, Türkiye’yi içerden ve dışardan vuran bu örgütlere hem eğitim veriyor, hem de ev sahipliği yapıyor.

Bölücübaşı, Bekaa günlerini ve ASALA ile ilk bağlantılarını şöyle anlatıyor:

“Lübnan’da bulunduğumuz süreçte ASALA ile görüştük. ASALA’dan Mafyan (K) ile görüştük. Kendilerine göre kapalı bir yapıları vardı. Bizle ortak eyleme girmiyorlardı. ASALA 1983 yılında dağılma sürecinde idi. İkiye ayrıldılar. Bekaa’da birbirlerini vurdular ve örgüt, örgüt olmaktan çıktı. ASALA daha çok Kurtuluş Örgütü ile ilişkiliydi. Onlarla ilişkileri sonucu parçalanma oldu. ASALA’nın bize verecek adamları yoktu. Bunların bizim eğitimimize de ihtiyacı yoktu. Yıllarca FKÖ içerisinde eğitim görüyorlardı. Bunların bize yardım edecek ne paraları, ne de kadroları vardı.”

*

ABDULLAH Öcalan, her ne kadar ASALA’nın kendilerine verecek ne adamı, ne de parası olduğunu söylüyorsa da, iki bölücü örgütün işbirliği yapamamalarının en önemli sebebinin de, Ermeni terör örgütünün, sözde soykırımından Kürtler’i sorumlu tutması olduğunu görüyoruz:

“ASALA ile görüşmelerimizde, kendi Ermeni iddialarını getiriyorlardı. Ermeni katliamında Kürtler’in de rolü olduğunu, Van, Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Erzincan, Artvin illerinin Batı Ermenistan olduğunu söylüyorlardı. Harita anlaşmazlığı yüzünden ilişkilerimiz koptu.”

İşe bakın, iki bölücü örgüt, Türkiye topraklarını bölme pazarlıkları bile yapıyor. Ermeniler, “Dedelerini kesmekle suçladıkları” Kürt bölücüleriyle harita konusunda anlaşmazlığa düşüyor. Ama Türkiye düşmanları, bu iki örgütü birbirine yanaştırmak için yine devreye giriyor ve bir süre sonra yeniden işbirliğine girmelerini sağlıyor.

İfadeye dönüyoruz:

“Uzun bir süre temas kuramadık. Ancak Avrupa üzerinden kiliselerin ve zengin işadamları vasıtasıyla mali destek sağladılar. Buna karşılık metropollerde eylem yapmamızı istediler. Bu isteklerini genelde Yunanistan bahsinde değineceğim kişiler vasıtasıyla ilettiler.”

*

ASALA’NIN akibetini hepimiz biliyoruz. Dış elçiliklerimizi işgal edip, diplomatlarımıza suikastler düzenleyen Ermeni tedhişçilerin, Türkiye’nin “sıkı devlet politikası” sonucu belleri kırıldı, bütün ekonomik imkanlarına rağmen dağılmak zorunda kaldılar. Ancak bu kanlı örgüt, daha sonra, Ermenistan’da kendileri gibi düşünen şoven Taşnak Partisi’ni iktidara taşımayı başardı.

Bölücübaşı, Suriye’den ayrılmak zorunda kalınca, Ermenistan’la temas kurmak ve bu ülkeye gitmek istiyor. Ancak o sırada Ermenistan’ın başında Devlet Başkanı Petrosyan var. Petrosyan, ülkesinin Türkiye olmadan yaşayamayacağını gören bir devlet adamı. Türkiye’ye düşmanlık yaparak ülkesine kötülük edeceğinin bilincinde. Öcalan‘ı reddediyorlar.

Teröristbaşı, o dönemde Alparslan Türkeş’in Petrosyan’la iki kez görüştüğünü duyduğunu belirtiyor ve “Koçaryan dönemi olsaydı, farklı olabilirdi” diyor.

O Koçaryan, hâlâ düşmanlık üzerine iktidarını sürdürüyor. Ama son bir yılda ülke nüfusunun neredeyse yarısının, açlıktan kurtulmak amacıyla dışarıya kaçmasına engel olamıyor.